Sosyal devlet'in alaturkası
Ayda 100 YTL'ye 45 metrekarelik dairelerle devletin ilginç bir konut politikasına yöneldiği anlaşılıyor.
Kürşat Bumin
"Peşinatsız ayda 100 YTL'ye apartman daireleri" haberinden başlayalım:
Başbakan birkaç gün önce partisinin Bağcılar İlçe Kongresi'nde açıkladı. Devlet TOKİ aracılığıyla "stüdyo daire" adı verilen 45 metrekarelik daireler inşa edip bunları hiç peşinat almadan ayda 100 liraya ihtiyaç sahiplerine verecekmiş.
Daireler "Bir oda, bir salon. Mutfağı da salonda olacak" şekilde tasarlanmış.
TOKİ yetkilileri de bu müjdeyi şu bilgilerle daha anlaşılır bir hale getirmişler:
100 lira taksitle satılacak konutlar öncelikle "öğrenci ve emeklilerin yoğun olduğu illere" yapılacakmış. İstanbul, Ankara, İzmir, Eskişehir ve Konya bu şanslı iller arasında yer alıyor.
İyi bir haber doğrusu. Özellikle, ömür boyu çalışsalar da başlarını sokacak bir daire alamayacak gelire sahip olanlar için.
Ama daireler için düşünülen (ve açıklanan) müstakbel ev sahiplerinin profili hatırlanınca, projenin daha baştan problemli olduğu anlaşılıyor. Bu daireler "emekli ve öğrencilerin yoğun olduğu illere" yapılacağına ve dolayısıyla bu müstakbel ev sahipleri de emekli ve öğrencilerden oluşacağına göre, devletin gerçekten ilginç bir konut politikasına yöneldiği anlaşılıyor.
Hadi "emekliler"i anladık diyelim; "öğrenciler"i ev sahibi yapmak da kimin aklına geldi acaba? Var mı bu konut politikasının dünyada bir benzeri?
Aslına bakacak olursanız, devletin sadece "öğrenciler"e değil "emekliler"e bedava konut dağıtması da anlaşılır bir şey değil. Çünkü her şeyden önce, "öğrenci" ve "emekli" olmayan (ve batı illerinde yaşamayan) vatandaşlar bu işe itiraz edecek.
Devlet bütçesinden ayrılan kaynak ile ve TOKİ aracılığıyla "emekli ve öğrenciler" niçin ayda 100 lira taksitle ev sahibi yapılsın?
Anayasa'ya bir "kaza" sonucu giren "sosyal devlet" ilkesinin bir gereği olarak mı?
Olacak iş değil tabii ki... "Sosyal devlet" bu sıfatı hakkıyla taşıyan ülkelerde tabii ki yurttaşlarının (ve yurttaş olmayanların) konut sorunuyla doğrudan ilgileniyor. Ama bu ilgi kendisini yurttaşlarını (emekli, öğrenci, çalışan, çalışmayan, çalışamayan farketmez) "ev sahibi yapmak" gibi akla hayale gelmeyen bir tarzda göstermiyor.
Bu işin hangi yollarla olabileceğini hatırlatmaya bile gerek yok. Tabii ki önce "düşük kiralı konutlar" inşa ederek ve "kira yardımı" yaparak işliyor bu sistem.
Demek ki Türkiye'de de, düşük gelirlilere yönelik tasarlanan konut politikaları bu sistemi örnek almalıdır. TOKİ, düşük kiralarla ihtiyaç sahiplerinin kullanımına sunmak için konutlar inşa etmeye yönelmelidir.
"Sosyal devlet"in yurttaşlarını "ev sahibi" yapmak gibi bir görevi yok; bu sıfatı taşıyan bir devletin amacı yurttaşlarına -ailelerin büyüklüğüne-küçüklüğüne göre- mazbut konutlar sağlamaktır.
Sonuç olarak, devletin "emekliler ve öğrenciler"i 100 lira taksitle konut sahibi yapmaya yönelmesi devlet gelirlerinin eşitsiz biçimde dağıtımı anlamına gelir ki, bu projeye –göreceksiniz- en başta "emekli ve öğrenci" olmayanlar itiraz edecektir.
"Sosyal devlet'in alaturkası"na ikinci örnek, yine geçenlerde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı'nın açıkladığı "Krize giren şirketlerde maaşın yarısı devletten" projesidir.
Gazete haberlerine göre, Hükümet, krizde çalışanların işsiz kalmaması için yeni bir model geliştirmiştir. Buna göre, "krize girdiğini bildiren işyeri 15 gün günlük maaş ödeyecek, diğer 15 günlük ücret ise İşsizlik Fonu'ndan ödenecek"miş. (Haberin ilk cümlesindeki "maaş"ın ikinci cümlede "ücret"e dönüşmesi, bir türlü karar veremediğimiz, "öğretim görevlisi ve öğretim üyesi" örneğinde de önümüze sıkça gelen "terminoloji" probleminin bir sonucu!)
Çalışma Bakanı projeye ilişkin şu açıklamayı yapmış:
"Hatta burada part-time çalışma bile olabilir. 30 gün çalışanların 15 gün çalışması veya ay içinde bir hafta çalışmaları halinde geri kalan sürelerini İşsizlik Fonu'ndan bizim ödememiz gündeme gelebilir. Bunları rahat bir şekilde karşılama imkanına sahibiz."
Bu da güzel... Demek ki işçiler mağdur edilmeyecekler.
Sıkıntıdaki işverenler "genel müdürlüğe" başvuracak, söz konusu kurum da gerekeni yapacak...
Peki nedir bu "İşsizlik Fonu", hatırlayanınız azdır herhalde.
Bu "Fon", bugün itiraberiyle (Bakan'ın açıklaması) 35,5 katrilyon liranın biriktiği muazzam bir fondur.
Peki bu "Fon" nasıl olup da bu derece gürbüzleşmiştir? Cevabı basit: İşsizlik yardımı alma koşullarını zorlaştırır, yardım süresini az tutar ve de yardımı düşük tutarsanız "Fon"un görbüzleşmemesi imkansızdır.
Bir zamanlar bu "Fon" üzerine çok yazılıp çizildi. İşsizliğin son derece yüksek olduğu Türkiye'de, işsiz kalanların ayakta durmaları için kurulan bu "Fon" bugüne kadar elindeki kaynağı (çok) büyük ölçüde devlet kağıtlarında değerlendirdi. Ve sonuç olarak bu "Fon" da, bir dönemin "konut edindirme" fonu gibi durduğu yerde büyüyen ve amacına hizmet etmeyen bir şekil aldı.
Sahici "sosyal devlet"te bu projenin de yeri yoktur tabii ki. İşveren başvuracak, genel müdürlük onay verecek ve işçilerin 15 günlük ücreti de bu "Fon"dan ödenecek...
Bakan "Fon"a ilişkin yapmayı düşündükleri değişikliklerden de söz ediyor:
"Krize hazırlıklıyız. Süreleri açabiliriz, kısaltabiliriz, maaşları artırabiliriz. Her konuda rahat ve esnek hareket edebileceğimiz bir marj var."
Sahici "sosyal devlet"de hükümetin işçi-işveren-devlet tarafından oluşturulan benzer bir "Fon"u canının istediği gibi düzenleyebilmesi de kabul edilemez.
Ne münasebet?
TOKİ doğrudan devlet bütçesinden canının istediğine ev yapacak, işçi-işveren-devlet üçlüsünün katkılarıyla oluşturulmuş bir İşşizlik Fonu'ndan yararlanma koşulları hükümetin canının istediği gibi düzenlenecek...
Bu şekilde tamamen hükümetin iradesi doğrultusunda işleyen bir sistemin adı "sosyal devlet" mi oluyor şimdi?
Kaynak: Yeni Şafak